Description
[Original text]
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi ve İngiltere Kent Üniversitesi, “Suriyeli Sığınmacılara Yönelik Algı ve Tutumlar” isimli ortak bir araştırma yapmış, araştırma sonuçları 1 Aralık’ta kamuoyuyla paylaşılmıştı. İstanbul’da bin 224 kişiyle yapılan anket çalışmasının sonuçlarına göre mülteciler yüzünden iş bulmakta zorlandığını ifade edenlerin oranı yüzde 91 iken, ev kiralarının mülteciler yüzünden arttığını düşünenlerin oranı yüzde 94, mültecilerin salgın hastalıklara artırıcı etkisi olduğunu ifade edenlerin oranı ise yüzde 83.
Araştırmanın koordinatörleri arasında yer alan Doç. Dr. Banu Kavaklı Birdal ile sonuçları değerlendirdik. Birdal, yaratılmış olan Suriyeli imajının gerçek insan hikayelerini yansıtmadığını ve ortalama bir Suriyeliyi de, hikayelerini de bilmediğimizi vurguladı. Birdal, “Türkiye toplumu Suriye’ye ve Suriyelilere karşı son derece bilgisiz. İster Kürtler ister Suriyeliler söz konusu olsun hep böyle kendini merkeze yerleştiren, egosantrik bakış açısıyla ‘öteki’yi göz ardı ederek ‘öteki’yi harcayarak yaşamak çok daha kolay oluyor. Suriyeliler de bu toplumun yeni ötekileri oldular” dedi.
Ne kadar sürdü araştırma? Nerelerde yapıldı? Kaç kişiyle yapıldı?
Çalışma yaklaşık 1 yıl sürdü. Bütün Türkiye’de yapmaya kaynaklar ve imkanlar el vermiyordu; ama İstanbul’un Türkiye’yi yansıtıcı bir yer olduğu varsayımından hareketle burada yaptık. İstanbulluları temsil edebilecek 18 yaş üstü bin 200 kişiyle bir örneklem oluşturduk ve onlarla birlikte anket çalışması yaptık. İstanbul’un çok farklı mahallelerine yayıldık. Farklı sosyo-ekonomik grupları temsil edecek şekilde odak gruplar oluşturduk.
Özellikle mültecilerle çalışan sivil toplum kuruluşlarıyla, Göç İdaresi’yle ve yerel yönetimlerle görüşme yaptık. Yerel yönetimleri yoğun mülteci yerleşimi olması sebebiyle özellikle Bağcılar ve Sultanbeyli ile sınırlı tuttuk. Bağcılar 750 bin nüfusuyla İstanbul’un en büyük ilçesi. Kayıtlı olan ve olmayan 50 binden fazla Suriyeli olduğunu belediye yetkilileri söyledi. Sultanbeyli’de de çok yoğun bir mülteci yerleşimi olduğunu biliyoruz. İstanbul Valiliği kayıtlı olan olmayan toplam 400 bin Suriyeli olduğunu söylüyor. Fakat Sultanbeyli Belediyesi kendi yaptığı çalışmalara dayandırarak bu sayının 600 bin civarında olduğunu söylüyor. Son olarak da 2011’den itibaren medya taraması yaptık. Suriyelilere dair haberlerin ne şekilde ele alındığı, hangi anahtar kelimelerle, nasıl işlendiğine baktık.
‘SURİYELİLERDEN KAYNAKLANAN SORUNLAR ŞEHİR EFSANESİ’
Anketin sonuçlarına baktığımızda ülkedeki bütün olumsuzlukların Suriyelilerden kaynaklandığına inanan bir çoğunluk var. Bunu neye bağlayabiliriz?
Belirli bir sınıfsal kompozisyona sahip gruplar için kimi temel tehditlerin Suriyelilere yansıtıldığını görüyoruz. Şehir efsanesi gibi “Suriyelilerden kaynaklanan sorunlar” meselesi var. Kiraların, işsizliğin ve hastanelerdeki yoğunluğun artması, salgın hastalıkların yeniden ortaya çıkması veya yaygınlaşması, suç oranının artması, sokakların kadınlar için daha az güvenli hale gelmesi gibi... Genel kutuplaşmaya sebep olan pek çok toplumsal sorunda nasıl yönlendirildiğimizin ve nasıl yanlış yere tepki verdiğimizin önemli bir göstergesi kiraların artması mevzusu. Ev sahiplerinin yaptığı şey, krizleri fırsata çevirmek oluyor. Maddi imkanlar kısıtlı olduğundan tek aile genellikle kirayı ödeyebilecek durumda olmuyor. Birden fazla aile bir araya gelmek durumunda. Bu ev sahipleri için kirayı yükseltme sebebi haline geliyor. Fiziksel koşulları aslında hiç de iyi olmayan evleri o mahallenin ortalama kira bedellerinin üzerinde Suriyeli ailelere kiralıyorlar. Barınma ihtiyacını karşılamaya çalışan insanların istismar edildiği bir durum söz konusu ama öfke ev sahipleri yerine Suriyelilere yöneliyor. Bu ön yargılar sebebiyle birlikte yaşama koşulları kurulamıyor. Eğer biz mahallelerde bir örgütlenmeyi ve birlikte hareket edişi sağlayabilirsek belki bu gidişin önüne de geçebiliriz. Ama sonuç olarak gördüğümüz, Suriyeliler yüzünden ev kiraları yükseldiği için mutsuz olan olan insanlar ve bunun mahalle hayatına da yansıması, komşuluk ilişkilerinin oluşmamış ve oluşamıyor olması, çocukların bir arada oynatılmaması. Özellikle mülteci ailelerle konuşurken annelerin çok büyük bir acı ve üzüntüyle dile getirdikleri ve bizi de çok etkileyen şeylerden biriydi çocuklarının sokakta Türkiyeli çocuklarla birlikte oynayamıyor olması.
Ön yargıyı kırmanın yollarından biri de temas etmek midir?
Yaratılmış olan Suriyeli imajı gerçek insan hikayelerini yansıtmıyor ve biz ortalama bir Suriyeliyi de, hikayelerini de bilmiyoruz. Çalışmalar sırasında insanlara ne zaman, ne şekilde sınırı geçip Türkiye’ye gelmeye karar verdiklerini soruyordum. Öyle bir travmayla yer değiştirme ve kaçış söz konusu ki, geçiş hikayesi yok. Konuştuğum bir Suriyeli, “3 sene kadar oldu galiba. Ramazan’dı, iftar sofrasındaydık. Ramazan olduğuna göre demek ki yazdı. Yanımızdaki bina hükümet güçleri tarafından bombalandı, çocuğumun arkadaşlarının cesedini çıkardık enkazın içinden ve o noktada anladım ki bizim binamızda olabilirdi bu. Artık duramayacağımıza karar verdik, masayı öylece bıraktık, toparlandık çıktık” diyor. Nereden giriş yaptınız Türkiye’ye diyorum, bilmiyor. Çok ciddi bir travma sonrası durum söz konusu. İnsanların önceki hayatlarına dair bir fikrimiz de yok. Müreffeh bir hayat yaşanıyormuş orada, fatura ödemezlermiş.
“Bir fatura ödenmedi diye insanın doğalgazı, elektriği kesilir mi? Bizde yılda iki kere gelip bakarlardı, o zaman ödemezsen bir sonrakinde ödersin” diyor konuştuğum Suriyeli kadınlar. Eşi fotoğrafçı olan bir kadınla görüşmüştüm, “Daha az kazanıyorduk ama alım gücü çok daha yüksekti. İstanbul’da yaşamak çok zor, sizin için çok üzülüyoruz. AKBİL’e çalışıyorsunuz. Bu kadar uzun saatler ve kötü koşullarda çalışıyorsunuz” dedi. Daha rahat sürdürdükleri bir hayatları vardı ama bunu Türkiye’den bakanlar bilmiyor. Dolayısıyla iç farklılaşmaları bilmiyoruz, insanların hikayelerini bilmiyoruz. Bu hikayeleri öğrenince daha önce geliştirilmiş olan yanlı, yanlış ve eksik bilgiye dayalı algı da değişiyor.
‘SURİYELİLERDEN KAYNAKLI TEHDİT ALGISI OLUŞMUŞ’
Uyum ve entegrasyon kelimelerini doğru bulmadığınızı ifade etmiştiniz daha önce bir söyleşinizde. Neden karşısınız bu kavramlara?
Literatürde ‘entegrasyon’, ‘uyum’ gibi terimler kullanılsa da biz sosyal bilimlerde terimlerin çok yüklü olduğuna ve dikkatli kullanılması gerektiğine inanıyoruz. Entegrasyonun yani gelmiş olan grubun, öbürüne kendini uydurmaya çalışması durumunun asimetrik bir ilişki, eşitsizlik kurduğunu, halklar arasında bir hiyerarşi yarattığını düşünüyoruz. O yüzden ısrarla birlikte yaşam kavramını vurguluyoruz. Yerel ve merkezi yönetimlerde nüfus hareketliliğinin yönetilmesini entegrasyon üstünden kurduğu zaman, zaten dezavantajlı durumda olan halkın o halini devam ettiren bir durum oluyor.
Entegrasyonu hiç işin içine katmaksızın ‘birlikte yaşamı nasıl sağlayabiliriz’ diye düşünmeliyiz. Her göç içinde kalıcılığı barındırır; yani zorunlu veya gönüllü bir nüfus hareketliliği söz konusuysa onun önemli bir bölümü kalıcı olacaktır. Suriye meselesine baktığımızda zaten şu anda geri dönüşün koşulları yok, ama seneler sonra bu olanak oluştuğunda insanlar dönmemeyi tercih edebilirler. O yüzden kısa, orta ve uzun vadede birlikte yaşayışı nasıl kuracağız, bizim temel sorumuz.
Saha araştırmasının emekçi sınıflar açısından karşılığı nedir?
Doğrudan iş kaybetme endişesinden ziyade alt sınıflar için iki boyutta ekonomik rekabet söz konusu ve bundan dolayı Suriyelilerden kaynaklı bir tehdit algısı oluşmuş. İlki, “Suriyeliler işimizi elimizden alacaklar çünkü daha kötü koşullarda, daha düşük ücretlere, daha uzun saatler çalışmaya razılar” algısı. Çağlayan İşçi Derneği’nde olduğu gibi Türkiyeli, Suriyeli, Kürt işçilerin etnik ve mezhep farklılıklarından dolayı ayrıştırılmasından ziyade sınıf ve emekçi olma bilinciyle iş verene karşı verdikleri mücadeleyle sınıf içi kutuplaşma engellenmiş oluyor.
Onu örgütleyebilmek çok önemli. Bizim gördüğümüz bu ayrıştırmanın işlediği. Oysa emekçilerin ortak sorunu daha uzun saatlerle daha ucuza, güvencesiz, maaş alamadan çalışmak. O mağduriyetler de birleştiremiyor. Orada sadece işimi elimden alacak mı kaygısı var.
Kadınlar arasında ise bir diğer ekonomik rekabet unsuru şuydu; devlet, sivil toplum kuruluşları ya da çeşitli uluslararası kurumların yardımların artık Türkiye vatandaşlarına değil, Suriyelilere yönlendirildiği ve bundan dolayı dışarıda bırakıldıkları algısı vardı. Burada da yine eksik, yanlı ve yanlış bilgi var. Kimi kaynaklar zaten merkezi yönetime de yerel yönetime de uluslararası örgütler tarafından sadece Suriyeli mültecilere dağıtılmak üzere geliyor. Suriyeliler için devlet tarafından yapılmış olan şeyler öyle abartılı ve yanlı bir şekilde veriliyor ki medyada, insanlar bunu gördükçe böyle düşünüyor.
Anket yaptığımız insanlar da sürekli medyayı referans veriyorlardı. Bir diğer boyutu da, Bağcılar İstanbul’un en büyük ilçesi ve resmi kayıtlı nüfusu 750 bin ama Bağcılar’da 50 binden fazla Suriyeli var. Yani 800 binden fazla kişiye 750 bin kişi için tahsis edilmiş olan bütçeyle hizmet veriyor belediye. Suriyeli mültecilerin burada olduğu biliniyor ama bütçe tahsisi yapılırken onlar yokmuş gibi davranılıyor. Ve bu da genel hizmet seviyesinin düşmesine sebep oluyor.
‘DEVLETLE SURİYELİLER ARASINDA ASİMETRİK İLİŞKİ VAR’
Türkiyeli kadınlar nasıl bakıyor Suriyeli kadınlara? Buna dair bir veri var mı elinizde?
Sorularımızdan bir tanesi Suriyelilerin Türkiye’deki evliliklere etkisi ne oldu şeklindeydi. İstanbul’da çok daha az görülmekle birlikte özellikle sınıra yakın olan yerlerde Suriyeli kadınların ikinci, üçüncü eş olarak Türkiyeli erkeklerle evlenmesi/evlendirilmesi durumunun yaşandığını biliyoruz. Olumsuz ve çok olumsuz diyenlerin oranı yüzde 67. “Suriyeli kadınlar çok süslüler. Burada bu kadar zor koşullarda olmalarına rağmen nedir bu böyle” algısı var. Suriyeli kadınlar Türkiyeli erkeklere ya da Türkiyeli kadınlara da bir tehditler çünkü kuma gelerek evlilikleri bozuyorlar gibi. Yine burada da aynen ev sahibi durumunda olduğu gibi zor durumda olan insanları resmi evlilik bağı dahi olmaksızın kendisiyle birlikte olmaya mecbur bırakan erkekler veya aileler değil de o gencecik kadınlar sorumlu tutuluyor.
Vatandaşlık ve oy kullanma tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hiçbir karşılık almadan çalışıp ülke ekonomisine katkıda bulunan insanlar söz konusu. Yani bunun emekliliği yok, sigortası yok. Tamamen güvencesiz çalışıyorlar. Bu insanlar çalışamayacak hale de gelecekler ve çalıştıkları zamana karşılık bir emeklilik güvencesinin de olması gerekiyor.
AKP iktidarının açık kapı politikasını uygulamasıyla birlikte iç siyasete Suriyelilerin oy verme hakkının olmasıyla birlikte bir haksız rekabet ve haksız avantaja sebep olacağı ve iç siyasetin dinamiklerini AKP lehine değiştireceği korkusu da var.
Ama burada da şunu düşünmemiz gerekiyor halkların kendi kaderini tayin hakkına ne kadar sıcak bakıyoruz, böylesi önemli boyutlara ulaşmış bir kitleye söz hakkı vermeyecek miyiz? Hemen vatandaşlık aşamasına gelinemiyorsa da öncelikle mültecilik haklarının baki olması çalışma, oturma izinlerinin uluslararası hukukça tanınmış olan standartlara taşınmasıyla başlayıp daha sonra otomatik olarak işleyen insanların ne kadar zamandır bir ülkede bulundukları, çalıştıkları üzerinden doğal olarak edindikleri haklar var.
Ama böyle misafirdiniz sonra sizi geçici koruma statüsüne aldım, benim inisiyatifimdesin, eline bir beyaz kimlik verdim yani benim minnetime himmetime kalmış olarak olursun olamazsın ilişkisine dönüştüğü zaman; tabi ki iktidarla sığınmacılar arasında sorunlu bir ilişki doğuyor.
Çünkü hak talep edebilecek durumda olmayanlar daha farklı bir ilişki kuruyorlar ama aslında mültecilikten doğan bir haklar grubu var. Onları tanındığı noktada o zaman devlet ve mülteciler de daha eşit bir noktada ilişki kurabilirler ama şu an bu son derece asimetrik. Devletin ağzına bakan bir durum... Geçici koruma statüsü ne olduğu belirsiz bir şey. Devletin himmetine kalmış bir şey. Bir de özellikle vatandaşlık tartışmalarında gündeme gelen ‘vatanını savunmama, gelip burada keyfini sürme’ algısı var. “Biz böyle insanlara niye vatandaşlık verelim? Milliyetçilik, vatanını sevmek bu değildir” diye söylemler vardı.
Onunla ilgili de Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği’nin sürekli verileri güncellediği bir sayfa var. Türkiye devletinin sağladığı resmi sayılar üzerinden yapıyorlar bunu. Oradaki veriye göre Türkiye’de kayıtlı Suriyeli sayısı bugün itibariyle 2 milyon 800 bin. Yaşlara ve cinsiyete göre dağılıma baktığımızda Türkiye’deki tüm bu Suriyeliler arasında 18-59 yaş arası erkeklerin oranı yüzde 23. Yani Türkiye’deki her 4 Suriyeliden sadece 1 tanesi 18-59 yaş arası erkek. Yani her 4 taneden 3’ü kadın, çocuk ve yaşlı.
‘MEDYA KAMUOYUNU ETKİLİYOR’
Medyanın Türkiye toplumunun Suriyelilere bakış açısını yönlendirdiği söylenebilir mi?
Medyada ana hatlarıyla iki temel grupta Suriyelilerle ilgili haber yapıldığını gördük. Olumsuz ve olumlu olanlar. Olumsuz olanlarda normalde haber değeri olmayacak vakaların içinde Suriyeli geçtiği için haber haline gelmesi. Yakın zamanlı bir haberde, pazarda bir yaşlı kadın başkasının cüzdanını çalmış. Normal koşullarda gazetelere çıkacak bir şey değil ama, “Suriyeli yaşlı kadın pazarda cüzdan çaldı” diye haber yapılmış. Böyle olduğu zaman tüm o iç farklılaşmaları iç çeşitlenmeleri göz ardı ederek, Suriyelilerin doğrudan suçla özdeşleştirebilecek bir grup haline gelmesi ve bunun da yeniden üretilmesi yoluyla medyanın kamuoyunu etkileyebildiğini biliyoruz.
Köşe yazıları çok belirleyici olabiliyor. Özellikle geçen temmuz ayında 15 Temmuz öncesi gündem maddelerinden biri Suriyelilere vatandaşlık verilmesiydi. O dönemde Sözcü gazetesinde çıkmış olan Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun’un köşe yazılarında ‘Suriyelileri istemiyoruz, onlar şöyleler böyleler’ ve son derece seviyesizce bir şekilde genel ithamlara varan şeyler. O verilerden biri bebek mamalarının cinsel gücü arttıran afrodizyak etkisi olduğu bilgisi yayılınca kamplardaki Suriyeli erkeklerin çocuklara mama bırakmayıp kendilerinin yemesi hatta bir zaman sonra kadınlar dahi yemiş gibi şeyler yazdılar.
Bu iki isimin gazetelerin sirkülasyonundan bağımsız olarak sosyal medyada da çok paylaşılıyor. Bu ikisinin 3 milyona yakın takipçisi var sırf Twitter’da. Negatif algıyı olumsuz algıyı yerleştiriyor bu da. Bir de olumlu işler yapmaya çalışırken, kaş yaparken göz çıkaranlar var. Yeni Şafak bunlardan biri. “Suriyeliler için devletimiz şunu yaptı” gibi haberlerle ekonomik rekabet algısını kuvvetlendiriyor.
En çarpıcı veriler neydi sizin için?
İnsanlar sayılardan bağımsız olarak; ne kadar Suriyeli ile birlikte yaşadığını düşünüyor, diye öğrenmek için ne kadar Suriyeli olduğunu sorduk. İstanbul’da ne kadar var dediğimizde yüzde 94 fazla ya da çok fazla var dedi. İstanbul’un 14 milyon nüfusu var 600 bin de Suriyeli. Çocuklar ve yaşlıların da çok görünür olmadığını söylersek aslında çok fazla bir rakam değil bu. Taksim Meydanı, Zeytinburnu Marmaray üst geçidi ve Mecidiyeköy gibi belli başlı yerler dışında çok görünür değiller fakat buna rağmen “çok fazla” oldukları düşüncesindeler.
Diğer enteresan figür de Türkiye’deki Suriyelilerin suç oranına etkisi nedir, diye sorduğumuzda, yüzde 86 kötü ve çok kötü diye yanıtladı. Bu da tamamen veriyle alakası olmayan bir durum. Çünkü Suriyelilerin fail olarak karışmış olduğu suç, yok denecek kadar az. Mesela Suriyelilerin fail olduğu tecavüz vakası yok ama “Suriyeli erkekler yüzünden Türkiyeli kadınlar güvende değiller” algısı var. Polis verisiyle desteklenen böyle bir durum olmamasına rağmen Suriyelilerin suça karıştıkları ve şehirlerimizi, sokaklarımızı daha tehlikeli hale getirdikleri algısı var.
‘TOPLUM SURİYE’YE VE SURİYELİLERE KARŞI BİLGİSİZ’
Sendikalar, emek örgütleri ve siyasi oluşumlar nasıl sonuç çıkarmalı bu anketten?
Etnik ayrımlar, vatandaşlık ayrımları, mezhep ayrımlarının ötesine sınıf birliğinin, emekçilik ortaklaşmasının konulabilmesi ve bizi birleştirici unsurlar üzerinden bir mücadele ve örgütlenmenin sağlanabilmesi. Benzer bir şeyin mahallelerde de örgütlenmesinin çok faydalı olacağını düşünüyorum. Böylece çocukların birlikte oynamasından tutun da kiraların bastırılmasına kadar gidebilecek veya yerel yönetimlerden kimi hizmetleri ortak bir şekilde talep edilecek bir yapı ortaya çıkabilir.
Siyasi partilere gelince, bir muhalefet olarak politika oluşumlarına daha müdahil olmak, bununla ilgili sözleri söylemek ve bu önemli kitlenin iktidar partisinin lehine olacak şekilde yönlendirilmesini engelleyebilmek gerekiyor.
Ama orada işte yine medya da devreye giriyor. Son derece kısıtlı imkanlarla sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Kamusal alanda varoluşumuz da artık aslında son derece baskılı ve zorlu koşullarda ama en azından görünür olan muhalefet partilerinin bu işi biraz daha ciddiyetle ele alması gerekiyor.
Araştırmanın toplamından çıkan sonucu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye toplumu Suriye’ye ve Suriyelilere karşı son derece bilgisiz. Hiçbir şekilde bilgiyle beslenmemiş ön yargılar ve temelsiz algılar üzerinden hareket ediyor. En temel örneklerinden biri de “Suriyeliler” diye bir kavram var artık. Uluslararası hukuk perspektifinden bu grup ‘mülteci’ veya ‘sığınmacı’ ama Türkiye kendi geliştirdiği birtakım kavramlar neticesinde olmayan statülerle önce misafir dedi, ardından da daha önce Kosova meselesinde gündeme gelmiş olan geçici koruma statüsünü verdi. Uluslararası hukukta geçici koruma statüsü, diye bir şey yok. Bu insanların mülteci olarak kabul edilmeleri ve öncelikle mülteci haklarını kazanmaları ve oradan yürünmesi gerekiyordu.
Vatandaşlık bilahare tartışılabilecek ve aslında düşünülmesi gereken şeyler. Biz Suriyelilerden ne şekilde bahsedeceğimizi ilk etapta bilemedik. Ama yaptığımız pilotlarda gördük ki; artık “Suriyeliler” diye bir kavram oluşmuş. Haberlerde de bu şekilde kullanılıyor. Ankette biz de buna sadık kaldık, ama aslında bir mülteci grubundan bahsediyoruz. Suriyeliler deyince her türlü iç ayrışma, farklılaşma yok edilip böyle bir homojen grupmuş gibi, Suriye’den gelmiş herkes sanki birbirinin aynı gibi.
İnsanlar Türkiye’den baktığında, sınıfsal farklılaşmalar, mezhep farklılaşmaları, etnik farklılaşmalar, dini farklılaşmaların hiçbirini görmüyor. “Suriyeliler işte, bunların hepsi muhtaç, kendi ülkelerindeki korkunç yaşamlarından bizdeki devlet eliyle sağlanan refaha gelmiş olan, bizim ödediğimiz vergilerle burada rahat bir hayat süren insanlar” gibi bir algı söz konusu. Bu gerçeği yansıtan bir durum değil. Öncesinde de Suriye’nin nasıl bir yer olduğu, orada nasıl yaşandığı, ne olup bittiği bilinmiyordu, şimdi hiç bilinmiyor.
‘SURİYELİLER BU TOPLUMUN YENİ ÖTEKİLERİ OLDULAR’
Bir kere her şeyinizi bırakıp sınırı geçtiğiniz anda daha önce ne olduğunuzdan bağımsız olarak ‘düşkün Suriyeli’, ‘Bizim haklarımızı kullanan Suriyeli’ oluyorsunuz. O iç farklılaşmaların hiçbir şekilde farkında olunmaması ve Suriyelilerin bu ülkeye, bu halka bir şey katabilecek bir grup olarak görülmemesi de çok yanlış.
Bir yandan baktığımızda farklı alanlarda taktir edilmesi gereken durumlar söz konusu. İnsanların eğitimleri, becerileri, sunabilecekleri, meslekleri, birikimleri dolayısıyla değerlendirilmesi gereken durumlar söz konusu; ama bu hiç gözükmüyor. Ankette Suriyelilere hayranlık duyuyor musunuz diye sorduk, hiçe yakın bir oran çıktı. Halbuki bir savaş ortamından kendini kurtarıp çocuklarıyla birlikte gelip burada düşkün olmaksızın çok zor koşullarda çalışarak hayatını devam ettiren hala ayakta duran kişiler var. Ben bunun aslında hayranlık uyandıran bir mücadele olduğunu düşünüyorum, ama çok bambaşka bir şekilde görülebiliyor. Suriyelilerin de katacağı çok şey var ve bu öyle mutfakla sınırlı değil.
Kültürleriyle ve birikimleriyle geldi insanlar ve bunlar hiç yokmuş gibi davranmanın da o birlikte yaşamı zorlaştıracağını düşünüyorum. Aslında Türkiyelilerin bunu anlaması o kadar da zor olmayabilir. Çünkü önümüzde 60 yıl içinde yaşanmış olan, Almanya’ya gitmiş olan Türkiyeliler örneği var.
Orada Alman toplumuna, Alman devletine yöneltilmiş olan bütün eleştirilerin burada katmerli bir şekilde Suriyelilere uygulanan politikalarla yeniden üretildiğini görüyoruz. İster Kürtler söz konusu olsun ister Suriyeliler söz konusu olsun hep böyle kendini merkeze yerleştiren egosantrik bakış açısıyla ‘öteki’yi göz ardı ederek ‘öteki’yi harcayarak yaşamak çok daha kolay oluyor. Suriyeliler de bu toplumun yeni ötekileri oldular. En sınıf altı grubu haline geldiler.
Credibility: |
 |
 |
0 |
|
Leave a Comment